Mebilog

TPP-Namibya Notları

2018 TİKA Tecrübe Paylaşımı Programı çerçevesinde ODTÜ MEBİVA adına gönüllü elçilerimizin ülke notları:

ODTÜ MEBİVA’nın koordinasyonunda programa katılan ODTÜ’lü öğrencilerimizden Abdulkadir Gürbüz, Burak Karanarlık ve Hamza Haşil’in gezi notları.

Seyahat Notları:

1 – Abdulkadir Gürbüz, ODTÜ EE, Öğrenci

Seyahatimin bana kazandıracağı en güzel nokta gözlem idi; “Neden?” sorusunu soracağım bir muhatap bulabilme imkânıydı. Ve daha ilk andan itibaren bu imkânları bana sunuyordu. Sarışın beyazından, kıvırcık siyahisine; çekik gözlülerden biz TİKA gönüllerine kadar neredeyse her bir toplumdan bir numune barındıran uzun bir yolculukla başlamıştık. Bizim “Neden? “imiz belli olmasına belliydi de, peki bu topraklara doğuştan bağlı olmayan, hiçte turiste benzemeyen diğer insanlara ne demeliydi?

İstanbul’dan Johannesburg’a, oradan da Namibya’ya devam etmek suretiyle varmıştık otelimize. Tek katlı ufak havaalanından sonra gerçekten bu otel, iyi bir konumda olduğunu ispatlıyordu adeta. Programın ilk gününde büyükelçiliğimiz ve TİKA’nı ofisini ziyaret ettikten sonra, sahaya inme vakti gelmiş, bizi bekleyen, adeta hayatta kalma savaşını andıran Çita Koruma Fonu Kampında soluğu aldık. Bize kampta eşlik edecek olan İgnasius, bizi haşere ve hayvanlar konusunda uyarırken, burada yaşayacaklarımızın unutulamayacak birer anı olacağı kesindi. Odamın kapısının açar açmaz beni karşılayan “geko” çoktan bana hoş geldin demişti bile. Soğuk bir gecenin ardından kamp programımız başlamıştı. Çok büyük alanlarda çitaları ve diğer hayvanları bulmak için scot köpeklerinin kullanıldığını, köpeklerin hayvan dışkılarında bu hayvanları kolaylıkla bulabildiklerini canlı canlı gösterdiler. Devamında hiç ummadığım bir şey bizleri bekliyordu. Sivas Kangalımızın bizden seneler önce Namibya’ya geleceğini, çiftçilerin hayvanlarını çitalardan ve çitaları çiftçilerden korunması için vazgeçilmez bir konumda olacaklarını hiç düşünmezdim. Ve bu durum sadece kangala aitmiş, çünkü diğer güçlü köpekler tehdit algıladıklarını zaman, tehdide saldırmak suretiyle öldürme yolunu tercih ediyorlarmış, fakat kangallar güçleri yetse dahi sadece korkutma ve tehdidi uzaklaştırma hedefindeymiş. Bu sebeple kangallar hem dünyada sadece 7000 civarında nüfusu olan çitalar için hem de sürülerini güvenle otlatmak isteyen çiftçiler için vazgeçilmez olmuş. Bu kampta ise kangalların bakımı hatta çoğaltılıp ülke genelindeki çiftiler arasında yaygın hale getirmek için çabalıyorlarmış. Devamında kampta bulunan gen analiz laboratuvarını, koruma ve gözlem altında tutulması gereken çitalar için kullanılan takip sistemiyle alakalı eğitime katıldık. Yaralı çitaların ve kangal köpeklerinin sağlığının periyodik olarak kontrol edildiği Amerikalı veteriner ile tanıştık ve bu hususlarda bilgi aldık. Bugün ki programımız sona erirken, yemek yeme hususunda ise ciddi bir mücadele vereceğim ortadaydı. Kampın ikinci gününde çitalara yakından bakma fırsatımız olacak, onları besleyecek, vahşi yaşamda hayatta kalması mümkün olmayan koruma altına alınmış çitaların körelmemesi için yaptırılan egzersizleri izleyecektik. Kurulan basit bir düzenek ile koşması sağlanan çitaları yakından görmek… Harika yaratıklardı. Koşmaları için hızla giden araç arkasında bulunan etlerin, bir avmış gibi çitalara verilişini izlemek, kontrol altında tutulan çitaları beslemekte ayrıca güzeldi. TİKA’nın bu kampa katkısını ise es geçmek mümkün değil. Kurduğu güneş paneli ile kampa elektrik sağlamanın yanı sıra kangal köpekleri hususunda kampa ciddi destekleri olmuş. Kampta geçirdiğimiz zevkli saatlerin sonuna gelirken, son akşam yemeğinde kampta çalışmakta olan Namibyalı dostlarımızla vedalaşma zamanı da gelmişti. Uzun ve derin muhabbetimizden sonra duymaktan kıvanç duyduğum, dostum Mattih’in sözlerini sizinle paylaşmak istiyorum: “Sizin gibi bir ekibi hiç görmedik; bizi ilk andan itibaren sanki yıllardır tanışıyormuşçasına bizlere kucak açtınız. Buraya gelen gruplarla konuşurken kullanacağımız kelimelerden dahi çekiniyorken, sizde bırakın böyle bir durumu düşüncelerimizi sizlerle büyük bir rahatlık içerisinde paylaşabildik. Sizin bu tavrınız bize kendimizi özel hissettiriyor. ” Aslında biz sadece kendimiz olmuştuk, yeni bir şey ve ya şöyle yapın böyle poz verin diye hiçbir şey yoktu. Biz biz idik ve farklıydık beyaz tenlilerden. Çünkü bizim niyetimiz ne sömürmek, ne tatil yapmak, ne de çitalarla poz vermekti. Biz insan hayatına dokunmanın, özlerinden uzaklaştırılan toplumların, kendilerine olan yolculuklarına başlayabilmeleri, kendi kendilerine yetebilmeleri için yardım eli uzatmaktı ve TİKA yaptığı işlerle şimdiden insanların gönlüne girmeye, hayatlarına dokunmaya çoktan başlamıştı. Kamptan ayrılmış ve TİKA’nın destek olduğu çiftçilere ait arazide ağaç dikecektik. İş sadece ağaç dikmek gibi gözükse de, ağaç hayattı ve bu toprakların hafızasıydılar. Namibyalı çiftçilerle beraber ağaç dikmiş ve yine koyu bir sohbete dalmıştık. Önceden edindiğim bilgilerde, Namibya’da kabilelerin anlaşmasının tek yolunun resmi dilinin İngilizce olduğunun ve yine karmaşa çıkmasının engellenmesi için ülkenin isminin, ülkede bulunan Namib çölünden alıp Namibya olduğunu öğrenmiştim. Bunu sormak için güzel bir fırsattı. Çiftçi dostum, ülkede 11 kabile dilinin olduğunu ve her birinin anlaşması için ortak bir dilin olmasının elzem olduğunu söyledi. Ayrıca onlarda bu durumun dillerinin zayıflamasına hatta ölmesine sebebiyet verdiğinin farkındalar ve bunun üzüntüsünü de gizliyor değiller. Birilerinin insanlık dışı dayatmalarıyla cetvellerle sınırları belirlenen devletlerin, yine birileri tarafından acımasızca dizayn edilmesi şaşırtıcı değildi. Bizim ise kullandığımız tek dilin Türkçe olduğunu duyduklarında, çok şaşırmalarının yanında, ”Sizler çok şanslısınız, bu harika bir şey, kıymetini bilmelisiniz.” demeleri, “bir” olmanın önemini, “bir” olmaya hasret olan insanlardan duymama vesile olmuştu. Günler geçtikçe, her anımızın dolu olduğu programımızı getirdiği bedensel yorgunluğu iyice hissetmeye başlamıştık. Şimdi ise Kanuni Hirowodi Ortaokulunun ziyareti vardı. Şehre bir iki saatlik mesafede bulunan bu okula yola çıkmadan önce Rundu şehrinin valisiyle görüşmedeydik. Kendisi bir saatlik gecikme sonrasında teşrif ettiler. Konuşmalarında duymak istediklerim, bizim gibi gençlere “Neden Namibya’ya gelmeli ve yatırım yapmalı?” sorusunu büyük bir heyecanla anlatması olsa da, bulduğumuz, kendisinin babasıyla bir gece yaptığı konuşmayı paylaştığı, konumuzla alakası olmayan 15 dk. süren bir konuşma oldu. Bundan bahsediyorum çünkü valilik gibi kritik bir makamda oturan bir beyefendiden bunu duymak çok üzücüydü. Çünkü beklentim, kendi insanlarına yol açması, yardımcı olması ve her daim onların derdiyle dertlenmiş olması yönündeydi. Ayrıca o makam bir temsil makamıdır; ülkenin yöneticilerinin, temsil edildiği bir makam… Her ne kadar vali bey bizi bir saat bekletmiş olsa da, kimseleri bekletmemiş olmamak endişesiyle direksiyonumuzu okula doğru yönlendirdik. Gözlerimi açtığımda yavaşlayan servis aracımızı, önümüzde giden TİKA koordinatörümüzün aracını ve bize okula kadar eşlik edecek olan, biri sirenlerini sonuna kadar açmış polis aracı bir diğeri Namibya ve Türkiye bayraklarını dalgalandıran bir pikaba şahitlik etmek oldu. Bu durum bile bizleri fazlasıyla heyecanlandırmış, fazlasıyla hoşumuza gitmişti. İlerledikten bir süre sonra siren seslerinin yerini kulaklarımıza bayram yaşatan bir ezgiyle yerini değiştirmişti. Harika bir görsel ve duyusal şölen bizleri bekliyordu. Evet, bizler için harika bir karşılama töreni hazırlamışlardı. Ezgilerin biri bitiyor, diğeri başlıyor; yerel kıyafetleriyle geleneksel danslarını sergileyen her yaştan bireyle karşılaşıyorduk. Gösteri kısmı devam ederken, bizleri özenle hazırlanmış ve süslenmiş bir çadırın içine buyur ettiler. Önümüze buzların içerisine yerleştirilmiş sular koymuşlardı. Bu sıcakta bir insanın isteyebileceği en büyük nimet bu olsa gerek. Fakat biz gölgede iken, çok sayıda Namibyalı çocuk, güneşin anlında oturuyordu. Çadırın altında oturmak ve o suları içmek bizim için bir zulümdü artık. Koordinatörümüzün müsaadeleriyle çocukların yanına geçtik ve onlarla muhabbeti tercih ettik. Okul müdürünün ve koordinatörümüzün değerli konuşmalarından sonra çocuklar için götürebildiğimiz hediyelerle neşelerine neşe katmak derdindeydik. Her birinin yüzündeki heyecanı görmek bizdeki yorgunluğu kökünden kazıyor ve “İşte, biz bunu arıyorduk!” dedirtiyordu. Her birinin gözlerinin içi gülüyor, bazıları utangaçlıklarını saklayamıyorlardı. “Daha başka ne yapabiliriz” i düşünürken, okul bahçesine ağaç dikileceği duyuruldu. Ve yine ağaçlarımızla bu okulun hafızasında yer alacaktık. Ağaçlardan sonra bir hediyemiz daha olacaktı. TİKA’nın getirtmiş olduğu parkı yerleştirdikten sonra, burada eğlenen her çocuğun kalbinde Türkiye sevdası oluşturabilmeyi umduk. Bizler inanıyorduk ki, buradaki her çocuk birbirinden değerli, tek ihtiyaç imkânların sunulması. Okulla ilgililerinken, oradaki çocukların da dahil olduğu kabilenin şefini ziyaret edecektik ve yemek yiyecektik. Kabileye ait bir yerleşim yerine ilerledikten sonra, yemeğe geçtik. Her ne kadar yiyememiş olsam da, güzel bir şey sonuçta diye içimden geçiriyordum. Ta ki, koordinatörümüzün elinde yemek ücretini gösteren fişi görene kadar. Sonradan öğrendim ki, burada bizdeki gibi bir kültür yok imiş. Yardımcı olursunuz, onların işlerini o insanlar için kolaylaştırmaya çalışırsınız, ama yemek vakti geldiğinde, ikram yine sizden beklenir. Bu da ilginç bir anı oldu benim için. Okuldaki faaliyetlerimiz bitmişti ve tekrardan otele döndük. Bizi yine bir yolculuk bekliyor, şimdi dümenimizi atlas okyanusu ile Namib çölünün buluştuğu Swapkopmun’da doğru kırdık. Bambaşka bir şehir… Ne 5 tarafı sadece çatılarla çevrili altı metrekare evler ne de kabilede gördüğümüz bir yerleşim şekli. Bir tatil köyü adeta. Birileri yine gelmiş, keyfilerince eğlenebileceği, dinlenebileceği bir tatil köyü inşa etmiş anlaşılan. Burada TİKA hangi hayata dokunmuş olabilir derken, şehre tatil için gelen beyazlara hizmet eden Namibyalılar içinde bir yerleşim düşünülmüş elbet. Etrafı duvarlarla örülü, okyanusun “O”sunu göstertmeyecek bir şekilde şehrin arkasına, kuytu bir yerde bahsettiğim şekliyle Namibya’da gördüğümüz evler gibi evlerin bulunduğu bir yerleşim alanı. İşte bu manzara birçok şeyi tüm duruluğuyla bizlere açıklıyordu. TİKA’nın bağışlamış olduğu briket yapma makinesi, etrafında bekleyen Namibyalı işçilerle renkleniyordu. Yapılan her briket onları heyecanlandırıyor, bir sonrakini yapmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Başka bir soru işareti daha…

Beyazlar tarafından tamamen para kazanmak için yine parayla aldığı hayvanları etrafını çitlerle çevirmiş olduğu ve ölene kadar sergileyebileceği geniş bir arazide yaptığımız safaride, birçok Afrika hayvanına şahitlik ettik. Seyahatimizin sonuna doğru yaklaşırken TİKA’nın destekte bulunduğu Namibya Üniversitesine ziyaret gerçekleştirdik. Umarım, üniversite ileri de çok daha iyi işler başarır ve ülkesine daha faydalı olurlar.

Her bir ânı, dolu dolu geçen bu seyahatimiz, bize bir çok şeyi yaşama gözlemle imkanı sunmuştu. Devletimizin kudretini ve şefkat elini derinden hissettiğimiz bu gezi; her ne kadar sömürü sonrası kendinden uzaklaştırılmış bir toplumun kendine dönmesi için yapılan çalışmaları gözetlememizi sağlasa da, bu gezi bizim kendimize olan yolculuğumuza vesile oldu. Sözleri tamamlarken son bir şeyi eklemem gerekiyor: Namibya halkının %85 i Hristiyan ve Müslüman nüfusu sadece birkaç bin…

2 – Burak Karanarlık, ODTÜ-AEE Öğrencisi:

Başkent Windhoek’da inip geceledikten sonra servisle dört saat mesafedeki kampa ulaştık. Üç gün kaldığımız çita doğa kampında çitaları ve sürüleri vahşi hayvanlardan koruyan çoban köpeğimiz kangalları besledik ve Afrika’ya has nice hayvan sürülerini görebileceğiniz bir safari gerçekleştirdik. Kamptan ayrıldıktan sonra kuzeyde Angola sınırında bulunan Rundu’da yerel dille konuşan ve tercümanla anlaşabildiğimiz bir köye köy halkıyla beraber bölgeye has yaban portakalı, guava gibi çeşitli ağaç fidanları dikdik. Akabinde fidanların cansuyu ihtiyacını gidermek için Tika’nın kuzeydeki nehirden güneş enerjisi ile çalışan pompalama vasıtasıyla getirdiği depodan sulama faaliyetlerini gerçekleştirdik. Ertesi gün sabah Rundu valisiyle buluşup tecrübelerini ve öğütlerini dinledik. Öğleyin yerel danslar eşliğinde karşılandığımız Kanuni ilkokulunda balonun ne olduğunu bilmeyen çocuklara balonlar ve muhtelif oyuncaklar dağıttık. Ardından okul görevlileriyle birlikte birçok ağaç fidanını toprakla buluşturup sulama işlemlerini tamamladık. Okuldaki son faaliyetimiz ise çocuklar için güzide bir oyun parkının yapımına iştirak etmek oldu. İki gün geçirdiğimiz Rundu’dan sonra uzun bir karayolu yolculuğuyla batıya gittik. Eski bir Alman şehri olan Swakopmund’da beyazlar iskan ediyordu ve Namibya’nın genelinde gördüğümüz sefalet buraya uğramamıştı. Geceyi geçirdikten sonra okyanus kıyısındaki bu güzel şehrin varoş mahallesinde yaşayan sakinleri için en azından konutlarının duvarlarını örebilmeleri adına deniz kumundan imal ilk briketleri yaptık. Ardından başkente doğru yol alırken okyanusla çölün yanyana bulunmasının şaşkınlığıyla çölde bir kum tepesine tırmandık. Başkentte Namibya Üniversitesinin hayvancılık bölümünde besi hayvanlarının yiyebilecekleri çalı parçacıkları ve tozlarından görevlilerle birlikte bir çeşit küspe ürettik. Ardından otelde konakladıktan sonra sabaha karşı yurda dönmek üzere aktarmalı uçağa yetişmek için havaalanına doğru yola çıktık.

Önce Almanya sonra İngiltere ve en son Güney Afrika müstemlekesi olduktan sonra bağımsızlığına kavuşan Güney Batı Afrika’daki yer altı kaynakları yönüyle zengin olan Namibya sömürü izlerini ve geleneğini halen devam ettiriyor. Alman şehirleri ve hegomanyası varlığını devam ettirirken Güney Afrika’ya ekonomik bağlılık limanlarının yetersizliği yüzünden devam etmekte. Trafiğin soldan akması, prizlerinin ingiliz tip, resmi dillerinin İngilizce ve halkın %85 inin Hristiyan olması sömürü döneminin somut mirasları. Yiyecek bulmadaki zorluklar, marketlerine girdiğimde içme suyundaki pahalılık ve çalınmaya karşı marketteki kontroller dinlediğim kadarıyla ülkemdeki kıtlık, kuraklık ve savaş yıllarını anımsattı. Halk arasındaki yüksek gelir dengesizliği ülkede seyahat ederken yol boyunca görünen çatısı kamışlarla örülü tek odalı sayvanları ve ekserisi white people dedikleri beyazlara ait olan villaları gördüğünüzde açıkca görünüyor. Yol boyunca gördüğüm diğer şeyler cerekden ağaçlarla yapılmış kaleleri olan futbol sahaları ve alkol satış yerleri olan publardı. Yarın için yiyecek yemek bulmada sıkıntı çekmelerine rağmen yöre halkının hiçbir olumsuzluk yokmuş gibi yüzlerinin gülmesini sağlayan şeyler ünlü bir futbolcu olma hayaliyle oynadıkları bu futbol sahaları ve gelecek kaygısını unuttukları bu publardı. Ülkedeki yaban hayvan çeşitliliğinin çok fazla olması insan nüfus yoğunluğunun azlığından, hayvanların habitatlarının genişliği ve ekosisteminin az tahrip olmasındandı.

Bu tarz bir programın sağladığı faaliyetler ve imkanlar kolay kolay hafızalardan silinmez. Dünya üzerindeki farklı ve yeni yüzlere, yerlere, koşullara ve bilgilere şahit olmak kişi üzerinde bazen duygusal bazen şaşırtıcı ve bazen sarsıcı anlar oluşturuyor. Bu ve sair programların atarak devamını diliyorum.

3 – Hamza Haşil, ODTÜ Tarih

Namibya faaliyetlerimiz Büyükelçilik ziyareti ile başladı. Büyükelçimiz Berin Tulun hanımefendi makamında bizi ağırladı ve Türkiye – Namibya ilişkileri bağlamında sohbet mukabilinde çok güzel bir sunum gerçekleştirdi. Burada edindiğimiz ön bilgiler bulunduğumuz ülke hakkında daha kapsamlı bir bakış açısı için bize çok yardımcı oldu oldu.

ziyaretimizden sonra CCF Çita Kampı’nda 3 günlük bir programımız oldu. Bu kamp çitaların yanı sıra birçok farklı hayvana da ev sahipliği yapıyordu. Kampta en dikkatimizin çeken şey ise Türkiye’den getirilen kangal köpekleri oldu. Anadolu’da çoban köpeği olarak da kullanılan bu hayvanlar çitaların neslinin devam etmesi için hayati bir öneme sahipti. Kangallar diğer köpeklerin aksine çitaları sadece korkutarak sürülerden uzaklaştırabildiği için hem onlarla ölümcül bir mücadeleye girmiyor hem de evcil hayvanlara zarar gelmesini engelledikleri için çiftçilerin de çitaları öldürmesinin önüne geçiyorlardı. CCF kampında bu tür konularda farkındalık oluşturmak amacıyla günlük teorik ve pratik eğitim programlarına katıldık. Bazen sınıflarda hocalar eşliğinde ders işliyor bazen de eğitmenler aracılığıyla doğrudan hayvan barınaklarını inceleme şansı elde ediyorduk. Bu noktada bir çok çita besleme programına dahil olduk. Bu kamp uluslararası STK’ların yardımları ile ayakta durduğundan TİKA’nın da buraya birçok katkısı olduğunu öğrendik. Yapılan yardımlara şükran göstergesi olarak TİKA’nın amblemi kamptaki bir duvara asılı durumdadır. Bu kamp Profesör Laurie Marker tarafından 48 bin hektarlık devasa bir alanın içine inşa edildiğinden, kamp dışındaki doğal yaşamı da Safari turları ile yakından görme şansımız oldu. Bu vesile ile bölgeye has birçok türü gözlemlemiş olduk.

Daha sonraki ziyaretimizi Rundu şehrindeki valilik makamına yaptık. Vali ile Namibya özelinde ve Afrika genelinde oldukça verimli bir görüşme gerçekleştirdik. Akabinde, TİKA’nın köylüye alet edevat verdiği genişçe bir tarım arazisine gittik ve orada köylülerle ağaç dikimi ve sulama gibi faaliyetlerde bulunduk. Namibya köylüsünün durumunu gözlemleme fırsatının yanında dayanışma duygusunu ön plana çıkartarak karşılıklı olarak tecrübelerimizi paylaştık.

Rundu’daki ikinci durağımız bölgede bulunan ve TİKA’nın çok önemli desteklerinin olduğu Kanuni İlkokulu oldu. Bu ziyaretimiz sırasında çocuklarla kaynaştık balonlar, oyuncaklar dağıttık ve de okulun geniş olan bahçesine hem ağaçlar diktik hem de oyun parkuru hazırladık. Burada en ilginç olan olay ise yüzlerce çocuğun ve bir o kadar da velinin bizleri büyük bir coşkuyla karşılamış olmalarıydı. Öyle ki danslar, şarkılar ve marşlar bir saatten fazla sürdü. Her tarafta Türk bayraklarının asılı olması ve temsilcimizin konuşması öncesi İstiklal Marşımızın okunmuş olması ise ayrı bir gurur vesilesi idi.

Okul ziyareti sonrası hemen bu bölgede bulunan bir kabile şefini makamında ziyaret ettik ve yine Türkiye’nin kıta üzerindeki yapıcı etkisinden bahsettik. Ülkenin orta bölgelerindeki bu faaliyetlerimizden sonra Atlas Okyanusu kıyılarına doğru uzun bir yolculuğa başladık. Buradaki ilk durağımız Swakopmund adında bir kıyı şehri idi. Burada briket yapımı ile ilgili bölge halkı ile tecrübelerimizi paylaştık. Daha sonrasında ülkenin en büyük liman şehri olan Walvis Bay Limanına doğru yola koyulduk ve yine yol üzerindeki flamingoları uzunca bir süre seyrettik. Namibya’ya gitmişken Namib Çölü’nü görmeden dönmek olmazdı ve Namib Çölü’nde de son derece unutulmaz anıları geri de bırakarak başkent Windhoek’a dönüş yaptık. Burada ilk iş olarak Namibya Üniversitesi’nde bir kampüsü ziyaret ederek üniversitenin çalışmaları hakkında bilgi edindik. Dönüşümüze çok az bir vakit kalmıştı ki hem Windhoek şehir merkezindeki otantik pazarları görme fırsatını hem de kısa bir safari daha yapma şansını yakaladık. Son akşam yemeğimizi de TİKA ofisinde çok değerli TİKA çalışanları ile yedikten sonra sabahın erken vakitlerinde Windhoek’tan Johannesburg’a geçerek Türk Hava Yolları vasıtası ile ülkemize dönüş yaptık. Seyahat süreleri ile birlikte toplam 11 gün süren bu heyecan verici program böylece sona ermiş oldu. Böyle eşsiz bir deneyimi yaşama fırsatını bize veren TİKA ve MEBİVA’ya sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir